Türkiye’deki çevre hareketlerinin uzun bir geçmişi var. Doğaya zarar veren her proje, beraberinde tepki, ateşli tartışmalar ve koruma mücadelesi getiriyor. Yaklaşık 20 yıldır çevre üzerine yazılar yazan gazeteci Serkan Ocak, Atlas için Türkiye’nin çevre direniş haritasını çıkardı.
YAZI: SERKAN OCAK
Kaz Dağları, çeşitli madencilik projeleri sebebiyle yıllardır doğa koruma eylemlerine sahne oluyor. Bölge halkının yanı sıra kentten gelenler de eylemlere destek veriyor. 2000’lerin başında, Bahçedere Köyü’ne asılmış bu afişteki slogan, o günden bu güne hâlâ dağlarda yankılanıyor. (Alttaki fotoğraf: ŞEBNEM ERAŞ)
1. HİDROELEKTRİK SANTRALLAR
ÖZELLİKLE DOĞU KARADENİZ HES’LERİN ADRESİ OLDU.
Türkiye’de her zaman çevre tahribatı vardı; 50 yıl önce de, 150 yıl önce de… Bir gazeteci olarak, bu tahribatın son 20 yılına bizzat tanık oldum. Mesleğe başladığım 2000’lerin başında hidroelektrik santrallar (HES) gündemdeydi. Ülkenin akarsularının boşa aktığı anlatılıyor, derelerin üzerine santral kurup elektrik üretme planları yapılıyordu. Bir süre sonra, su kullanım hakkı anlaşmaları ile akarsular üzerine santral yapılmasına karar verildi ve akan her su şirketlere kiralandı. Özellikle Doğu Karadeniz, HES’lerin adresi oldu. Bölgede HES’lerle ilgili çevre direnişi 2000’lerin ortalarında, Doğu Karadeniz’de alevlendi. Samsun’dan Artvin’e kadar neredeyse her vadide HES projesi izinleri verildi; projelerin sayısı binleri geçti.
Aynı hızda çevre hareketi de başladı. Bölge bölge direnen köylüler birleşti, Derelerin Kardeşliği hareketini kurdu. Rize Fındıklı’dan Erzurum Tortum’a, Muğla Köyceğiz’den Antalya Alakır’a, Tunceli Munzur Milli Parkı’ndan Kastamonu Loç Vadisi’ne kadar bu kardeşlik büyüdü. Çünkü mesele önemliydi; yaşam kaynağı suydu. Çok sayıda dava açıldı, mahkemeler art arda yürütmeyi durdurma kararları verdi. Ancak devlet desteğini alan şirketler her defasında yargı kararlarının arkasından dolanıp santral inşaatlarına devam etti.
Bugün gelinen noktada yüzlerce HES projesi hayata geçti. Doğaya telafisi mümkün olmayan zararlar verildi. Bölge sakinleri çoğu yerde HES’lerle yaşamaya başladı. Dereler hapsoldu, kurudu, balıklar yok oldu. Bugün bir santrala uğramadan denize ulaşan dere neredeyse yok gibi. Artık çoğu inşaat tamamlansa da yargı aşaması devam eden pek çok projede HES direnişi de devam ediyor.
Türkiye’de, özellikle de Karadeniz bölgesinde HES mücadelesi veren bölge halkına gönüllü destek veren avukat Alp Tekin Ocak şöyle diyor: “Bugün Karadeniz’de HES’lerin büyük kısmı tamamlandı. Bölgede inşaatı devam eden projeler de var. Mahkeme kararlarıyla Türkiye’de çevre hukuku alanında önemli bir külliyat oluştu. Bütüncül havza yönetimine ilişkin kararlar verilmeye başlandı. Kararlarda “kümülatif etki değerlendirme yapılmalıdır” denildi.
2. TERMİK SANTRALLAR
SERA GAZI ÜRETİMİNİ KÖRÜKLEYEN TERMİK SANTRALLAR BELLİ BÖLGELERDE YOĞUN
Bir dönem Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biri de termik santrallardı. Ancak açılan davalar, kamuoyu tepkileri nedeniyle planlanan onlarca proje rafa kalktı. Türkiye’deki mevcut termik santrallar belirli bölgelerde yoğunlaşıyor. Doğu Akdeniz’de Mersin, Adana, Hatay’da; Muğla Yatağan bölgesinde; İzmir Aliağa ve çevresinde; Afşin-Elbistan hattında; Çanakkale Çan, Karabiga dolaylarında ve Batı Karadeniz’de Zonguldak dolaylarında…
Avukat İsmail Hakkı Atal’a göre, Türkiye’de mevcut 80 megavat kurulu gücün üzerindeki termik santralların sayısı 37. Bir grup yurttaş ve sivil toplum örgütü ile bu santralların kapatılması için idari başvuru yapan Atal’a göre, termik santral davalarında mahkemelerden sürekli toplam kümülatif etkinin hesaplanması taleplerinde bulunuldu. Son yıllardaki kararlar da bu yönde geldi. Ona göre, toplam kümülatif etki ile ilgili kararlar artık bir içtihat oluşturuyor.
Peki, sonuç alınıyor mu? Atal, sadece Adana bölgesinde 16 termik santral projesine 20 farklı dava açtıklarını belirterek, “Lisans başvurularını reddettik. Doğu Akdeniz’de 38 termik santral yapılacaktı. Açtığımız davalar neticesinde dört tane yapılıyor” diyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada kömürlü ve doğalgazlı termik santralların elektriksiz kalma pahasına kapatılması gerektiğini savunan Atal, “Dünyanın 8-10 yılı var. Tüm sera gazı üretimini sonlandırmadığımız takdirde küresel felaketler 10-20 yıl içinde yaşanacak” uyarısında bulunuyor.
3. MADENLER
EN GENİŞ KİTLESEL ÇEVRE EYLEMLERİ BU ALANDA
1990’ların başlarında İzmir Bergama’da başlayan altın madeni eylemleri, adresi değişerek, ama bugün de sıcaklığını yitirmeden devam ediyor. Hatta günümüz Türkiye’sinde en geniş kitlesel çevre eylemleri madencilik alanında yapılıyor. Son olarak Kaz Dağları’yla gündeme gelen altın madenleri ise özellikle hassas bir konu. Türkiye Altın Madencileri Odası kayıtlarına göre, halihazırda 13 şehirde 18 altın madeni işletmesi bulunuyor.
4. NÜKLEER SANTRALLAR
NÜKLEER ATIKLARIN NE YAPILACAĞINA HENÜZ BİR ÇÖZÜM BULUNABİLMİŞ DEĞİL
Türkiye’nin henüz bir nükleer santralı yok, ancak en uzun soluklu çevre mücadelesi nükleer santrallara karşı veriliyor. Mersin Akkuya’da inşası süren Rus yapımı nükleer santralın yarım asrı aşan bir hikâyesi var. Uzun yıllar direnişler ve protesto gösterilerine rağmen, santralın ilk reaktörünün 2023’te tamamlanması planlanıyor. 15 Ağustos’ta da 4 numaralı son reaktörün inşaat lisansı için başvuru yapıldı. Santral tamamlandığında, her biri 1200 megavat kurulu güce sahip dört ünite olacak.
Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santralın ÇED süreci tamamlandı ve olumlu rapor verildi ancak projenin tedarikçisi Japonya maliyet nedeniyle Türkiye’den verilen desteğin artırılmasını istedi. Olumlu yanıt alamayınca da projeden çekildi. Proje sahasında 650 bin ağacın kesildiği belirtiliyor.
Ekosfer Derneği yönetim kurulu üyesi Özgür Gürbüz, “Sinop projesi nükleer enerjinin pahalı olması nedeniyle iptal edildi, ama hükümet ortada bir şirket olmamasına rağmen ÇED sürecini tamamladı. Ortada başından sonuna dek hukuksuz bir durum var. ÇED raporunda belirtilen reaktör tipi Fransız şirketine ait, ama ortada artık Fransız-Japon konsorsiyumu yok. En ufak bir hatayı kaldırmayacak bir işte bu kadar ciddiyetsiz bir durum var” diyor.
Nükleer enerji "temiz enerji" olarak geçse de dünyada henüz bu santrallardan çıkan yüksek tehlikeli sınıftaki radyoaktif atıkların ne yapılacağına dair çözüm yok. Bu atıkların bertarafı mümkün değil. Üstelik en küçük bir kazada etkisi yüzbinlerce yıl devam edecek bir felakete yol açabilir. Bunun en bilinen iki örneği ise Çernobil ve Fukuşima nükleer faciaları. Bir diğer önemli sorun da bu enerji türünün pahalılığı. Özgür Gürbüz’ün verdiği bilgilere göre, yüzde 100 hissesi Rusya’nın elinde bulunan nükleer santrala, sadece verilen elektrik alım garantisi kapsamında 15 yılda 30-35 milyar dolar civarında para ödenecek. Yani yılda 2 milyar dolar.
Kaynak: Atlas Dergisi